25 Eylül 2008 Perşembe
ERDOĞAN’IN KARTALI
Yiğenim Oğuzhan TÜRKER’E
Pınarbaşı’ya kış çok erken gelir.Ekim’den sonra kıştasınız demektir.Bir de kar yağmaya
başladı mı Mayıs’a kadar kalkmak bilmez.Kışın sokaklardaki karlar evlerin seviyesine çıkar.
Herkes damlardaki karı sokaklara kürür.böylece her taraf beyaza keser.Arada bir bacalar da
Tütmese orada bir köy olduğu fark edilmez bile.Gerçi yazın da fark eden yok ya…Neyse.
Avşar Söğütlü Zamantı Irmağı kıyısında,kendini hafif bir yörebe vermiş, güzel köylerimizden birisidir.Avşar,Kürt ve Aleviler birlikte yaşarlar.Daha sonra ise Yörükler de gelerek buraya yerleşmişler,karşı yamaca evler yapmışlardır.Onlara,Aydın’dan geldikleri için hem Aydınlı,hem de Yörük denmiştir.
Aydınlılar koyunculukla geçinirler.En iyi cins koyunlar onlarda olur,Bu işten de en iyi onlar anlarlar.1975 yılında Söğütlü’yü terk edip,Antep’e,Oğuzeli’ne göçtüler.Geride birkaç gelin ve iyi cins koyun ırkı bırakarak…
Söğütlü’nün toprakları çok verimlidir.Hele Zamantı’dan kanallarla sulanmaya başladıktan sonra verim daha da artmıştır.Buğday ve arpa çok ekilir.Burada buğdayın hası yetişir.Bir
hamuru olur ki,sakız gibi.Onlar beribenzer buğdayı da beğenmez ha ! Hemen her kapıda traktör vardır.
Bir de çok güzel halay çekerler.Bu halayları da Erdoğan gibi kimse çekemez.O uzun boylu
pala bıyıklı ,yakışıklı Erdoğan.Köyün delisi Erdoğan.Gözünü daldan budaktan esirgemez
derler ya? İşte öyle.Kimine göre zırdeli,kimine göreyse çok cesur,Fakat herkese göreyse çok
iyi bir insandır.Çok ta cömerttir.Yarım ekmeği olsa yalnız yemek istemez,cebindeki paraya
arkadaşları ortaktır.Yenmiş,içilmiş,yanmış ,yıkılmış O’nun için hiç mühim değildir.
Çok kardeşi vardır.Bütün kardeşleri çifte,çubuğa sarılmış,Erdoğan ise avdan ava,
düğünden düğüne koşmaktadır.Tarla işleri O’na göre değildir.O düğünlerde pala bıyıklarını
bura bura halay çekmelidir.Bir de av…Hele kar yağmaya görsün.
Babası iki evli Azgın Emmi’dir.Adı gibi de azgındır.O da gençliğinde az delilik etmemiştir
Hatta Çukurova’da eşkiyalık ettiğini söyleyenler bile vardır.Erdoğan’ a çok kızar.mavi gözleri büyür,çabuk ta sönüverir.Çünkü Erdoğan onun nazik tarafını çok iyi bilir.
-0-
Kar geceden beri yağıyordu.Erdoğan erkenden kalktı.Pencerenin önünde çayını
yudumluyordu.Karın yağışını seyrediyor,bugün vuracağı tavşanları,yakalayacağı keklikleri
hayal ediyordu.Anası Sultan Bibi büzülerek,titreyerek içeri girdi :
-Aazını oviye verdin gene,ava mı gedicin?
-He ana gadasını aldığım.Sen bi şeler hazırla.
-Ben zati annadım.Dünden tandırda börek ettiydim.Yanına ney isten?
-Yımırta mımırta suvan…
-Pendir de goyuyum mu?
Tam çıkın hazırlanıyordu ki Azgın Emmi içeri girdi :
-…dihimin hergelesi…Gene ava deel mi?
-He baba,ne diyi gızdın ki?
-Ulan bir işe havaslan,bir baltaya sap olmayacaan mı dürzü !
-Boşver bire baba Allah büyüktür.
-Benim çifteyi götürme.
Aşağıda,mektebin yanında bir sürü insan vardı.Sabah malları yemleyenler sözleşmiş gibi
Orada toplanır,saçakların altında sohbet ederlerdi.Birisi :
-Aha Erduvan geliyor.
-Gene ava gidiyor.
-Bu karda bağlasan durmaz,Erduvan bu…
-Bekle Erduvan ben de geliyom.
Erdoğan kalabalığa selam verdi.O’da sohbete katıldı.Böylece kendisiyle gidecek olanları da beklemiş oluyordu.
Yanına katılanlarla köyden çıktı.Yukarda,Taf Suyu’nun Zamantı’ya karıştığı yere
geldiler.Burda köyün değirmeni vardı.Yazın köyün mesire yeridir.Balık tutanlar,piknik yapanlar,
içki içenler hep burada olurdu.Taf Suyu derince bir vadiden akmaktaydı.Vadi çok dik olduğu için
yürümek oldukça zordu.Hele bu karda imkansız gibiydi.Düşe,kalka,sürüne epeyce yol aldılar,
İlk mağaraya geldiklerinde ise hepsi nefes nefese kalmışlardı.Herkes kendisini kuru toprağın üstüne atmıştı.Hem soluklanıyor,hem de konuşuyorlardı.Erdoğan:
-Bugün kar çok.Yukarıdaki inlerde muhakkak keklik vardır.
Bu mağaraları avucunun içi gibi bilirdi.Herkes dinlenmişti.Tekrar yolculuk
başladı.Tam mağaradan çıkmışlardı ki ‘GÜR’ diye bir ses duyarak irkildiler.Bu bir gurup
keklikti.Keklikler yukarı doğru kanat çırptılar.Erdoğan:
-Tamam çocuklar hızlanın.
Keklikler önde ,bunlar arkada olabildiğince hızla yol almaya başladılar.Sonunda keklikler bir mağaraya girdiler.Mağaraya ulaştılar.
-Kapıyı tutun !
Mağaranın ağzı zaten dardı .İki kişi gocuklarını çıkarıp ellerine kalkan yaptı.
Mağaranın içi iyice karanlık olmuştu.Keklik çırpınışları çığlıklara karışıyordu.Arada bir-iki
keklik kapıdakileri atlatıp kaçıyordu..Herkes ikişer-üçer keklik yakalamış,bir o kadarını da kaçırmışlardı.Eve dönmek üzere yola düştüler.Erdoğan üç tane yakalamıştı.Evde tel örgülü,
büyükçe bir kafesi vardı.Keklikleri oraya koydu.Arpa,buğday ve kuru üzümle besliyordu.
Sabah akşam onlarla oynuyordu.
Zamanla onları odada serbest bırakmaya başladı.Kekliklerden birisi ona iyice alışmıştı.
Bu da Erdoğan’ı sevindiriyor,ona ayrı bir ilgi göstermesini sağlıyordu.Gece gündüz Erdoğan’dan ayrılmaz olmuştu.Azgın Emmi :
-Tepene sıçır eşşoğlu eşşek diyordu.
Bahar gelmişti.Ağabeyleri ve Azgın Emmi O’nu sıkıştırıyor,hiçbir iş yapmamasına kızıyorlardı.Millet tarlaya giderken o tüfeği kapıyor,ver elini dağlar…
Keklik artık hiç kaçmıyor,köyün içinde Erdoğan’ın peşinde bir köpek gibi dolanıp duruyordu.Daha sonraları işi iyice azıttı.Sokaktan geçen çocuklara saldırmaya başladı.Hele
kırmızı renge hiç tahammül edemiyordu.Annesinin bakkala göndermek istediği çocuklar:
-Erdoğan’ın kekliği var diye o sokaktan geçemez olmuşlardı.
Bir gün Erdoğan balkonda oturuyordu.Keklik te kucağına tünemişti.Köyün üstündeki kayalıklarda bir keklik öttü.Bu boynunu uzatıp epey dinledi.Sonra pırrrr.
Gidiş o gidiş.Erdoğan avlanmaya çıktığında kekliklere ateş edemez olmuştu.O’nu
vururum diye korkuyordu.Bir gün geri dönüp omuzuna konacağını da adı gibi biliyordu.
Keklik gideli epey olmuştu.Erdoğan sabah çayını yudumluyordu.Anası Sultan Bibi yılışarak odaya girdi:
_Erduvan,Erduvan gah hele bir misafirin var.
-Buyur et ana gadasını aldığım.
-Buyur ettim ya gelmiyor,seni istiyor gah hele.
Erdoğan merakla dışarı koştu.Balkonda tavuklarla yem yiyen kekliği gördü:
Önce ‘ANAA’ diyerek hayretle bağırdı,sonra:
-Vay gözüne gurban olduğum geldin demek. Diyerek yakaladı,yüzüne gözüne sürdü.
Defalarca öptü,öptü.
-Geleceğini biliyordum.
-o-
Madrasan Tomarza’ya bağlı,Söğütlü ile sınır köydür.Kel Hüseyin Madrasanlıdır.Bir
Otobüsü vardır ve Kayseri’ye yolcu taşır.Her gün de Söğütlü’ye girerek birkaç yolcu da
buradan alır.
İçinde toz,duman,mazot kokusu hiç eksik olmaz.Delik,deşiktir.Kayseri’ye varana kadar belki on defa bozulur.Helikopter gibi de gürültüsü vardır.
Erdoğan birkaç kişi ile mektebin yanında sohbet ediyordu.Otobüs büyük bir
homurtu ile köye girdi.Kel Hüseyin yolcuları indirdi.Erdoğan :
-Gel lan kel bir çayımızı iç.
-Yahu köye bir düşeydik.Bu anasını s….. gene arızalandı.Sağ ol gurban işim çok.
-Sat ta kurtul bire şu çarkıttan.
-Kim alır oğlum bu ünü yedi düvele yayılmış……
Erdoğan’ın kafasında bir kıvılcım şakladı.
-İste lan kel !
Ortalık karışıverdi.Araya diğerlerinin de girmesiyle sıkı bir pazarlık başladı.
Epey bağırıştılar. Sonunda 150 bine anlaştılar. Erdoğan’ın iki ağabeyi de oraydaydı. Onlarda pazarlığı onayladılar.
Olayı azgın Emmiye anlattılar. O oğlunun sebatsizliğini biliyor, bir yandanda boş gezmesini istemiyordu. Ambarda biraz buğday vardı. Elli kadarda koyunu. Onları bu serserinin yolunda yok etmeyi gözü yemiyordu. Büyük oğullarının desteğiyle “Evet ” dedi.
Artık Erdoğan haftada altı gün Kayseri’ye yolcu taşıyacaktı. Yolu üstünde 5-6 köy vardı ki yolcu sıkıntısı olmazdı.
Sanayideki bir tanıdığına arabayı bir güzel tamir ettirdi. Bir de boyattı. Bizim çarkıt iyibir yolcu otobüsü olmuştu.
Erdoğan hergün erkenden kalkıp yolcuyu topluyor, Kayseri’nin yolunu tutuyordu. Geliri umduğundan daha fazlaydı.
Yalnızca Pazar günleri hiçbir yere gitmiyordu. Aslında canı av mav istemiyordu. Canı sıkkında ve bu meselede kimse ona yardım etmezdi. Çünkü dün kekliği ahırda ölmüştü.
Bu sefer Zamantı’nın peşine düşerek Malikviraz’a doğru yürüyordu.
Biraz sonra kayalığa gelecekti. Buraya Müşevge denirdi. Adam boyu ot olurdu. Biraz yukarılarda ise kayalar vardı ki insan bakmaya korkar.
Erdoğan kayalığa daldı. Faşlardan zıplaya hoplaya nihayet büyük alıcın dibine ulaştı. Yorulmuş ve acıkmıştı. Çıkınını çıkarıp yemeye başladı. Hem yiyor hemde kayalığa inip kalkan koca bir kuşu izliyordu.
-Kartal dedi.
Kartal yuvaya gidip geliyordu. Belliki yavrularını yemliyordu. Erdoğan’ı bir merak sardı. Alelacele çıkınını topladı. Oraya doğru yürüdü. Tüfeğini ve çıkınını yere bırakıp kayalara tırmanmaya başladı. Biraz da güçlükle yuvaya ulaştı. Gözlerine inanamadı. Üç tane pamuk yığını gibi yavru vardı. Patlak patlak gözler ve bir kıvrık gagadan oluşan oyuncaklara benziyordular. Henüz çok küçüktüler. Birisini yakalayıp koynuna soktu. Kayalardan inip tüfeğini ve eşyasını alıp hızla oradan uzaklaştı. Ayakları yere basmıyordu sanki. Tam düzlüğe, tarlaların içine inmişti ki birkaç güvercin gördü. Nişan alıp tetiğe bastı. Bir tanesi çırpınmaya başldı. Koşup kafasını kesti. Etlerini parçaladı. Koynundaki yavruya verdi. Yavrucak aç kurt gibi saldırdı.
Hem yürüyor, hem yavruya et yediriyordu. Neden sonra yavru mışıl mışıl uyumaya başladı.
Köylüler onu gördüler:
-Erdoğan… bir şey mi var?
-Erdoğan boş geliyor.
-O boş mu gelir?
Köye girişte soranlara yavru gösterdi. Ahıra gidip hezenlere bir elma sandığı çiviledi. İçini otla doldurdu. Anası:
-Gene ne getirdin?
-Aman ana babama söyleme. Bir kartal.
-Bire oğlum sen deli mi oldun? Kartal beslenir mi?
Köyde kartalı duyan ahıra koşuyordu.
Azgın Emmi köpürüyor:
-Evde keklikten kurtulmuşken bir de kartal çıktı başımıza. Köylüyü başıma yığdı bu şerefsiz.
-baba ne gızıyon bire?
-Şimdi senin sülaleni… diye bastonu havaya kaldırıyor, sövüyor, sövüyodu.
Erdoğan ertesi gün Kayseri’den ona bir kilo kaçak tütün getirdi. Altın sarısı, tel tel bir tütündü. Azgın Emmi’nin yelkenleri suya inmişti. Hele Erdoğan:
-Baba yolcu az olursa seni Kayseri’ye götüreyim demesi yokmu? Mest oluyordu.
-Şeytan tüyü var bu it oğlu itte.
Onu Kayseri’ye götürdü mü lokantaya giderler, şöyle acılı bir kıymalı yerdi. Sonra kazancılarda, Kalede, Sobacılara doğru bir yürüyüş yaparlardı ki Azgın Emmi’nin ağzı açık kalırdı. Hele o mest lastikçilerin önünden hiç ayrılmak iste-mezdi. Birinde Erdoğan O’na bir çift mest-lastik almış,Azgın Emmi çocuklar gibi sevinmişti.Köyde zaman zaman Erdoğan’ın “Yarın seni Kayseri’ye götüreyim”Demesi için ağzının içine girerdi.
Erdoğan kartal yavrusu için her gün kıyma alıyor,köye dönünce ahıra inip yavruyu doyuruyordu.Başkaları ahıra girince iyice siniyor,otların arasına saklanıyor,Erdoğan’ı görünce de anasını görmüş gibi çırpınıp yiyecek istiyordu.
Erdoğan’ın geliri oldukça iyiydi.Köydeki iyi cins koyunlardan satın alıp babasına borcunu ödüyordu.
Kartal artık iyice büyümüştü.Beyaz tüylerinin altından kahverengi telekler çıkmaya başlamıştı.Erdoğan artık onu yukarıya,odasına çıkarmıştı.Beraber yiyip,içip,geziyorlardı.Erdoğan’dan başkasına gitmiyor,uzanan olursa gagalıyordu.Yürüyüşü bir kabadayıyı andırıyordu.Erdoğan:
-Hey çalımına gurban oluyum senin diyerek coşuyordu.
Artık balkonda rüzgar estimi 1-2 m.zıplayıp kanat çırpıyor,uçmaya hevesleniyordu.Tavuklar yem yerken aralarına dalıyordu.Birinde horoz ona saldırmış,o da bir pençede yere sermişti.Daha sonraları komşuların damlarına kona kona iyice uçmaya başlamıştı.
Bir gün Erdoğan şehre gittikten sonra kartal havalandı.Köyün üstündeki kayalara kondu.Sultan Bibi telaşlandı,bağırdı.çağırdı.O granit bir heykel gibi hiç kıpırdamadan akşama kadar orda durdu.Akşam Hormusun Boğazın’dan otobüsün geldiğini görünce süzülmeye başladı.Erdoğan onu görünce arabayı durdurdu.O’nu pencereden içeri aldı.Camın önündeki paketi açtı.O büyük bir iştahla kendisi için getirilen kıymayı yiyip Erdoğan’ın koluna tünedi.
Artık gündüzleri evde durmuyordu.Akşama kadar neredeydi,kimse bilmiyordu.Otobüs yarmadan çıkar çıkmaz kanat çırpıp süzülmeye başlıyordu. Erdoğan otobüse alıyor o da kıymayı yiye yiye köye dönüyordu.
Sadece Pazar günleri Erdoğan’la birlikteydi.Geceleride birbirinden ayrılmıyorlardı.Köylüler de bu duruma alışmışlardı.Kartal artık köyün bir parçasıydı.
İki yıl kadar bu böyle devam etti.Bir Sonbahar günü kartal kayboldu.Erdoğan aramadık yer koymadı.İçindeki döner ümidi hiç kaybolmadan onu bekledi.Ava gitmiyor dağda taşta onu arıyordu.
Kış iyice bastırmıştı.Kar nerdeyse yarım metre olmuştu.Bu yüzden otobus gitmiyordu.Bir akşam Erdoğan komşularıyla oturuyordu.Kapı tıkırdar gibi oldu.Önce aldırmadılar.Tıkırtı bir daha duyulunca Sultan Bibi kapıya koştu.Karanlıkta kimseyi göremeyince geri döndü.
-Biri şaka yapıyor herhal dedi.
Az sonra bir tıkırtı daha oldu.Bu seferde Erdoğan dışarı çıktı.O da kimseyi göremedi.
Sabah ahıra inen Sultan Bibi kapının önünde bir iz gördü.Erdoğan’ı kaldırdı.
Erdoğan acele ile giyinip koştu.Birisi karda sanki torba sürüklemiş gibi bir iz vardı.Bir kaç damla da kan.
İzler çok açıktı.Erdoğan takip ede ede köyden çıktı.Yer yer kartalın ayak ve tırnak izlerini farketti.Kafası dank etti.Adımlarını sıklaştırdı.Irmağın kıyısındaki koca söğütün altındaki karaltıyı farketti.Koşmaya başladı.Gözleri faltaşı gibi açıldı.Bu onun kartalıydı.Kanadı kırılmış,kanlar içinde kalmıştı.Hayvana son bir ümitle sarıldı.Kaskatı kesilmiş,dünden ölmüştü.Ölmeden önce Erdoğan’a uğramış,kapısını tıklatmıştı.Belki gece onu farkedebilselerdi ihtimal ölmeyecekti.
Erdoğan eliyle besleyip büyüttüğü arkadaşının cansız gövdesini karlar üzerine bıraktı.O’nu gören birkaç meraklı da ne oluyor diye oraya gelmişti.
Erdoğan ikiye katlanmış,ağlıyordu. 23.Kasım 2001
Pınarbaşı’ya kış çok erken gelir.Ekim’den sonra kıştasınız demektir.Bir de kar yağmaya
başladı mı Mayıs’a kadar kalkmak bilmez.Kışın sokaklardaki karlar evlerin seviyesine çıkar.
Herkes damlardaki karı sokaklara kürür.böylece her taraf beyaza keser.Arada bir bacalar da
Tütmese orada bir köy olduğu fark edilmez bile.Gerçi yazın da fark eden yok ya…Neyse.
Avşar Söğütlü Zamantı Irmağı kıyısında,kendini hafif bir yörebe vermiş, güzel köylerimizden birisidir.Avşar,Kürt ve Aleviler birlikte yaşarlar.Daha sonra ise Yörükler de gelerek buraya yerleşmişler,karşı yamaca evler yapmışlardır.Onlara,Aydın’dan geldikleri için hem Aydınlı,hem de Yörük denmiştir.
Aydınlılar koyunculukla geçinirler.En iyi cins koyunlar onlarda olur,Bu işten de en iyi onlar anlarlar.1975 yılında Söğütlü’yü terk edip,Antep’e,Oğuzeli’ne göçtüler.Geride birkaç gelin ve iyi cins koyun ırkı bırakarak…
Söğütlü’nün toprakları çok verimlidir.Hele Zamantı’dan kanallarla sulanmaya başladıktan sonra verim daha da artmıştır.Buğday ve arpa çok ekilir.Burada buğdayın hası yetişir.Bir
hamuru olur ki,sakız gibi.Onlar beribenzer buğdayı da beğenmez ha ! Hemen her kapıda traktör vardır.
Bir de çok güzel halay çekerler.Bu halayları da Erdoğan gibi kimse çekemez.O uzun boylu
pala bıyıklı ,yakışıklı Erdoğan.Köyün delisi Erdoğan.Gözünü daldan budaktan esirgemez
derler ya? İşte öyle.Kimine göre zırdeli,kimine göreyse çok cesur,Fakat herkese göreyse çok
iyi bir insandır.Çok ta cömerttir.Yarım ekmeği olsa yalnız yemek istemez,cebindeki paraya
arkadaşları ortaktır.Yenmiş,içilmiş,yanmış ,yıkılmış O’nun için hiç mühim değildir.
Çok kardeşi vardır.Bütün kardeşleri çifte,çubuğa sarılmış,Erdoğan ise avdan ava,
düğünden düğüne koşmaktadır.Tarla işleri O’na göre değildir.O düğünlerde pala bıyıklarını
bura bura halay çekmelidir.Bir de av…Hele kar yağmaya görsün.
Babası iki evli Azgın Emmi’dir.Adı gibi de azgındır.O da gençliğinde az delilik etmemiştir
Hatta Çukurova’da eşkiyalık ettiğini söyleyenler bile vardır.Erdoğan’ a çok kızar.mavi gözleri büyür,çabuk ta sönüverir.Çünkü Erdoğan onun nazik tarafını çok iyi bilir.
-0-
Kar geceden beri yağıyordu.Erdoğan erkenden kalktı.Pencerenin önünde çayını
yudumluyordu.Karın yağışını seyrediyor,bugün vuracağı tavşanları,yakalayacağı keklikleri
hayal ediyordu.Anası Sultan Bibi büzülerek,titreyerek içeri girdi :
-Aazını oviye verdin gene,ava mı gedicin?
-He ana gadasını aldığım.Sen bi şeler hazırla.
-Ben zati annadım.Dünden tandırda börek ettiydim.Yanına ney isten?
-Yımırta mımırta suvan…
-Pendir de goyuyum mu?
Tam çıkın hazırlanıyordu ki Azgın Emmi içeri girdi :
-…dihimin hergelesi…Gene ava deel mi?
-He baba,ne diyi gızdın ki?
-Ulan bir işe havaslan,bir baltaya sap olmayacaan mı dürzü !
-Boşver bire baba Allah büyüktür.
-Benim çifteyi götürme.
Aşağıda,mektebin yanında bir sürü insan vardı.Sabah malları yemleyenler sözleşmiş gibi
Orada toplanır,saçakların altında sohbet ederlerdi.Birisi :
-Aha Erduvan geliyor.
-Gene ava gidiyor.
-Bu karda bağlasan durmaz,Erduvan bu…
-Bekle Erduvan ben de geliyom.
Erdoğan kalabalığa selam verdi.O’da sohbete katıldı.Böylece kendisiyle gidecek olanları da beklemiş oluyordu.
Yanına katılanlarla köyden çıktı.Yukarda,Taf Suyu’nun Zamantı’ya karıştığı yere
geldiler.Burda köyün değirmeni vardı.Yazın köyün mesire yeridir.Balık tutanlar,piknik yapanlar,
içki içenler hep burada olurdu.Taf Suyu derince bir vadiden akmaktaydı.Vadi çok dik olduğu için
yürümek oldukça zordu.Hele bu karda imkansız gibiydi.Düşe,kalka,sürüne epeyce yol aldılar,
İlk mağaraya geldiklerinde ise hepsi nefes nefese kalmışlardı.Herkes kendisini kuru toprağın üstüne atmıştı.Hem soluklanıyor,hem de konuşuyorlardı.Erdoğan:
-Bugün kar çok.Yukarıdaki inlerde muhakkak keklik vardır.
Bu mağaraları avucunun içi gibi bilirdi.Herkes dinlenmişti.Tekrar yolculuk
başladı.Tam mağaradan çıkmışlardı ki ‘GÜR’ diye bir ses duyarak irkildiler.Bu bir gurup
keklikti.Keklikler yukarı doğru kanat çırptılar.Erdoğan:
-Tamam çocuklar hızlanın.
Keklikler önde ,bunlar arkada olabildiğince hızla yol almaya başladılar.Sonunda keklikler bir mağaraya girdiler.Mağaraya ulaştılar.
-Kapıyı tutun !
Mağaranın ağzı zaten dardı .İki kişi gocuklarını çıkarıp ellerine kalkan yaptı.
Mağaranın içi iyice karanlık olmuştu.Keklik çırpınışları çığlıklara karışıyordu.Arada bir-iki
keklik kapıdakileri atlatıp kaçıyordu..Herkes ikişer-üçer keklik yakalamış,bir o kadarını da kaçırmışlardı.Eve dönmek üzere yola düştüler.Erdoğan üç tane yakalamıştı.Evde tel örgülü,
büyükçe bir kafesi vardı.Keklikleri oraya koydu.Arpa,buğday ve kuru üzümle besliyordu.
Sabah akşam onlarla oynuyordu.
Zamanla onları odada serbest bırakmaya başladı.Kekliklerden birisi ona iyice alışmıştı.
Bu da Erdoğan’ı sevindiriyor,ona ayrı bir ilgi göstermesini sağlıyordu.Gece gündüz Erdoğan’dan ayrılmaz olmuştu.Azgın Emmi :
-Tepene sıçır eşşoğlu eşşek diyordu.
Bahar gelmişti.Ağabeyleri ve Azgın Emmi O’nu sıkıştırıyor,hiçbir iş yapmamasına kızıyorlardı.Millet tarlaya giderken o tüfeği kapıyor,ver elini dağlar…
Keklik artık hiç kaçmıyor,köyün içinde Erdoğan’ın peşinde bir köpek gibi dolanıp duruyordu.Daha sonraları işi iyice azıttı.Sokaktan geçen çocuklara saldırmaya başladı.Hele
kırmızı renge hiç tahammül edemiyordu.Annesinin bakkala göndermek istediği çocuklar:
-Erdoğan’ın kekliği var diye o sokaktan geçemez olmuşlardı.
Bir gün Erdoğan balkonda oturuyordu.Keklik te kucağına tünemişti.Köyün üstündeki kayalıklarda bir keklik öttü.Bu boynunu uzatıp epey dinledi.Sonra pırrrr.
Gidiş o gidiş.Erdoğan avlanmaya çıktığında kekliklere ateş edemez olmuştu.O’nu
vururum diye korkuyordu.Bir gün geri dönüp omuzuna konacağını da adı gibi biliyordu.
Keklik gideli epey olmuştu.Erdoğan sabah çayını yudumluyordu.Anası Sultan Bibi yılışarak odaya girdi:
_Erduvan,Erduvan gah hele bir misafirin var.
-Buyur et ana gadasını aldığım.
-Buyur ettim ya gelmiyor,seni istiyor gah hele.
Erdoğan merakla dışarı koştu.Balkonda tavuklarla yem yiyen kekliği gördü:
Önce ‘ANAA’ diyerek hayretle bağırdı,sonra:
-Vay gözüne gurban olduğum geldin demek. Diyerek yakaladı,yüzüne gözüne sürdü.
Defalarca öptü,öptü.
-Geleceğini biliyordum.
-o-
Madrasan Tomarza’ya bağlı,Söğütlü ile sınır köydür.Kel Hüseyin Madrasanlıdır.Bir
Otobüsü vardır ve Kayseri’ye yolcu taşır.Her gün de Söğütlü’ye girerek birkaç yolcu da
buradan alır.
İçinde toz,duman,mazot kokusu hiç eksik olmaz.Delik,deşiktir.Kayseri’ye varana kadar belki on defa bozulur.Helikopter gibi de gürültüsü vardır.
Erdoğan birkaç kişi ile mektebin yanında sohbet ediyordu.Otobüs büyük bir
homurtu ile köye girdi.Kel Hüseyin yolcuları indirdi.Erdoğan :
-Gel lan kel bir çayımızı iç.
-Yahu köye bir düşeydik.Bu anasını s….. gene arızalandı.Sağ ol gurban işim çok.
-Sat ta kurtul bire şu çarkıttan.
-Kim alır oğlum bu ünü yedi düvele yayılmış……
Erdoğan’ın kafasında bir kıvılcım şakladı.
-İste lan kel !
Ortalık karışıverdi.Araya diğerlerinin de girmesiyle sıkı bir pazarlık başladı.
Epey bağırıştılar. Sonunda 150 bine anlaştılar. Erdoğan’ın iki ağabeyi de oraydaydı. Onlarda pazarlığı onayladılar.
Olayı azgın Emmiye anlattılar. O oğlunun sebatsizliğini biliyor, bir yandanda boş gezmesini istemiyordu. Ambarda biraz buğday vardı. Elli kadarda koyunu. Onları bu serserinin yolunda yok etmeyi gözü yemiyordu. Büyük oğullarının desteğiyle “Evet ” dedi.
Artık Erdoğan haftada altı gün Kayseri’ye yolcu taşıyacaktı. Yolu üstünde 5-6 köy vardı ki yolcu sıkıntısı olmazdı.
Sanayideki bir tanıdığına arabayı bir güzel tamir ettirdi. Bir de boyattı. Bizim çarkıt iyibir yolcu otobüsü olmuştu.
Erdoğan hergün erkenden kalkıp yolcuyu topluyor, Kayseri’nin yolunu tutuyordu. Geliri umduğundan daha fazlaydı.
Yalnızca Pazar günleri hiçbir yere gitmiyordu. Aslında canı av mav istemiyordu. Canı sıkkında ve bu meselede kimse ona yardım etmezdi. Çünkü dün kekliği ahırda ölmüştü.
Bu sefer Zamantı’nın peşine düşerek Malikviraz’a doğru yürüyordu.
Biraz sonra kayalığa gelecekti. Buraya Müşevge denirdi. Adam boyu ot olurdu. Biraz yukarılarda ise kayalar vardı ki insan bakmaya korkar.
Erdoğan kayalığa daldı. Faşlardan zıplaya hoplaya nihayet büyük alıcın dibine ulaştı. Yorulmuş ve acıkmıştı. Çıkınını çıkarıp yemeye başladı. Hem yiyor hemde kayalığa inip kalkan koca bir kuşu izliyordu.
-Kartal dedi.
Kartal yuvaya gidip geliyordu. Belliki yavrularını yemliyordu. Erdoğan’ı bir merak sardı. Alelacele çıkınını topladı. Oraya doğru yürüdü. Tüfeğini ve çıkınını yere bırakıp kayalara tırmanmaya başladı. Biraz da güçlükle yuvaya ulaştı. Gözlerine inanamadı. Üç tane pamuk yığını gibi yavru vardı. Patlak patlak gözler ve bir kıvrık gagadan oluşan oyuncaklara benziyordular. Henüz çok küçüktüler. Birisini yakalayıp koynuna soktu. Kayalardan inip tüfeğini ve eşyasını alıp hızla oradan uzaklaştı. Ayakları yere basmıyordu sanki. Tam düzlüğe, tarlaların içine inmişti ki birkaç güvercin gördü. Nişan alıp tetiğe bastı. Bir tanesi çırpınmaya başldı. Koşup kafasını kesti. Etlerini parçaladı. Koynundaki yavruya verdi. Yavrucak aç kurt gibi saldırdı.
Hem yürüyor, hem yavruya et yediriyordu. Neden sonra yavru mışıl mışıl uyumaya başladı.
Köylüler onu gördüler:
-Erdoğan… bir şey mi var?
-Erdoğan boş geliyor.
-O boş mu gelir?
Köye girişte soranlara yavru gösterdi. Ahıra gidip hezenlere bir elma sandığı çiviledi. İçini otla doldurdu. Anası:
-Gene ne getirdin?
-Aman ana babama söyleme. Bir kartal.
-Bire oğlum sen deli mi oldun? Kartal beslenir mi?
Köyde kartalı duyan ahıra koşuyordu.
Azgın Emmi köpürüyor:
-Evde keklikten kurtulmuşken bir de kartal çıktı başımıza. Köylüyü başıma yığdı bu şerefsiz.
-baba ne gızıyon bire?
-Şimdi senin sülaleni… diye bastonu havaya kaldırıyor, sövüyor, sövüyodu.
Erdoğan ertesi gün Kayseri’den ona bir kilo kaçak tütün getirdi. Altın sarısı, tel tel bir tütündü. Azgın Emmi’nin yelkenleri suya inmişti. Hele Erdoğan:
-Baba yolcu az olursa seni Kayseri’ye götüreyim demesi yokmu? Mest oluyordu.
-Şeytan tüyü var bu it oğlu itte.
Onu Kayseri’ye götürdü mü lokantaya giderler, şöyle acılı bir kıymalı yerdi. Sonra kazancılarda, Kalede, Sobacılara doğru bir yürüyüş yaparlardı ki Azgın Emmi’nin ağzı açık kalırdı. Hele o mest lastikçilerin önünden hiç ayrılmak iste-mezdi. Birinde Erdoğan O’na bir çift mest-lastik almış,Azgın Emmi çocuklar gibi sevinmişti.Köyde zaman zaman Erdoğan’ın “Yarın seni Kayseri’ye götüreyim”Demesi için ağzının içine girerdi.
Erdoğan kartal yavrusu için her gün kıyma alıyor,köye dönünce ahıra inip yavruyu doyuruyordu.Başkaları ahıra girince iyice siniyor,otların arasına saklanıyor,Erdoğan’ı görünce de anasını görmüş gibi çırpınıp yiyecek istiyordu.
Erdoğan’ın geliri oldukça iyiydi.Köydeki iyi cins koyunlardan satın alıp babasına borcunu ödüyordu.
Kartal artık iyice büyümüştü.Beyaz tüylerinin altından kahverengi telekler çıkmaya başlamıştı.Erdoğan artık onu yukarıya,odasına çıkarmıştı.Beraber yiyip,içip,geziyorlardı.Erdoğan’dan başkasına gitmiyor,uzanan olursa gagalıyordu.Yürüyüşü bir kabadayıyı andırıyordu.Erdoğan:
-Hey çalımına gurban oluyum senin diyerek coşuyordu.
Artık balkonda rüzgar estimi 1-2 m.zıplayıp kanat çırpıyor,uçmaya hevesleniyordu.Tavuklar yem yerken aralarına dalıyordu.Birinde horoz ona saldırmış,o da bir pençede yere sermişti.Daha sonraları komşuların damlarına kona kona iyice uçmaya başlamıştı.
Bir gün Erdoğan şehre gittikten sonra kartal havalandı.Köyün üstündeki kayalara kondu.Sultan Bibi telaşlandı,bağırdı.çağırdı.O granit bir heykel gibi hiç kıpırdamadan akşama kadar orda durdu.Akşam Hormusun Boğazın’dan otobüsün geldiğini görünce süzülmeye başladı.Erdoğan onu görünce arabayı durdurdu.O’nu pencereden içeri aldı.Camın önündeki paketi açtı.O büyük bir iştahla kendisi için getirilen kıymayı yiyip Erdoğan’ın koluna tünedi.
Artık gündüzleri evde durmuyordu.Akşama kadar neredeydi,kimse bilmiyordu.Otobüs yarmadan çıkar çıkmaz kanat çırpıp süzülmeye başlıyordu. Erdoğan otobüse alıyor o da kıymayı yiye yiye köye dönüyordu.
Sadece Pazar günleri Erdoğan’la birlikteydi.Geceleride birbirinden ayrılmıyorlardı.Köylüler de bu duruma alışmışlardı.Kartal artık köyün bir parçasıydı.
İki yıl kadar bu böyle devam etti.Bir Sonbahar günü kartal kayboldu.Erdoğan aramadık yer koymadı.İçindeki döner ümidi hiç kaybolmadan onu bekledi.Ava gitmiyor dağda taşta onu arıyordu.
Kış iyice bastırmıştı.Kar nerdeyse yarım metre olmuştu.Bu yüzden otobus gitmiyordu.Bir akşam Erdoğan komşularıyla oturuyordu.Kapı tıkırdar gibi oldu.Önce aldırmadılar.Tıkırtı bir daha duyulunca Sultan Bibi kapıya koştu.Karanlıkta kimseyi göremeyince geri döndü.
-Biri şaka yapıyor herhal dedi.
Az sonra bir tıkırtı daha oldu.Bu seferde Erdoğan dışarı çıktı.O da kimseyi göremedi.
Sabah ahıra inen Sultan Bibi kapının önünde bir iz gördü.Erdoğan’ı kaldırdı.
Erdoğan acele ile giyinip koştu.Birisi karda sanki torba sürüklemiş gibi bir iz vardı.Bir kaç damla da kan.
İzler çok açıktı.Erdoğan takip ede ede köyden çıktı.Yer yer kartalın ayak ve tırnak izlerini farketti.Kafası dank etti.Adımlarını sıklaştırdı.Irmağın kıyısındaki koca söğütün altındaki karaltıyı farketti.Koşmaya başladı.Gözleri faltaşı gibi açıldı.Bu onun kartalıydı.Kanadı kırılmış,kanlar içinde kalmıştı.Hayvana son bir ümitle sarıldı.Kaskatı kesilmiş,dünden ölmüştü.Ölmeden önce Erdoğan’a uğramış,kapısını tıklatmıştı.Belki gece onu farkedebilselerdi ihtimal ölmeyecekti.
Erdoğan eliyle besleyip büyüttüğü arkadaşının cansız gövdesini karlar üzerine bıraktı.O’nu gören birkaç meraklı da ne oluyor diye oraya gelmişti.
Erdoğan ikiye katlanmış,ağlıyordu. 23.Kasım 2001