8 Mart 2010 Pazartesi
İSMAİL ASLAN
Kısa boylu,oldukça zayıf,mavi gözleri içine kaçmış,sarışın biriydi İsmail.Şöyle baksan bir şeye benzetemezsin.Hele sazını kucağına alınca saz mı büyük,İsmail mi ,anlayamazsınız.Gene Yeşilhisar Kale Köyündeyim.Yeşilhisar^de düğünlerde saz çalınır.Yanında da darbuka olur.Çok nadir olarak keman veya cümbüş te olur ama ana çalgı sazdır.Bizim Pınarbaşı’da davul zurna olduğu için saz çok tuhafıma gitmişti.
Saz diyince de mahalli sanatçı İsmail Aslan’a kimse toz kondurmaz. Hatta ‘’Anasından sanatçı doğmuş’’Derler.
Benden saz çalmayı öğrenen Kaleli Ali Aktaş :
-İsmail Aslan’ı hiç dinledin mi?Diye sordu.
-Hayır dinlemedim.Hatta adamı henüz görmedim dedim.
-İyi öyleyse.Bu hafta Kale’de düğün çalacak.Neşet Ertaş’ın aynısı diye uzun uzun ondan bahsetti.
Elektro sazı ile Cuma günü Kale’ye gelmiş.Tabi o bilmiyor ki Kale’ de elektrik henüz yok.Adam kalakalmış.Ne yapalım ne edelim derken birisi:
-Hocada normal saz var diyince sevinmiş.Düğün sahibi bana gelerek sazı istedi.Verdim.Ben de birazdan geleceğimi söyledim.Düğün evinde üç-beş kişi vardı.İsmail Aslan çalıp söylüyordu.Ne? bu benim saz mı?Tellerinden notaları adeta penseyle söküp aldığım saz mı?Şu beni inim inim inleten saz İsmail’in elinde ateş kesilmiş,vallahi tanınmıyor.Nerdeyse para verip tekrar satın alacağım.Zil gibi ötüyor.Hiç unutmam ‘’Anam ağlar başucumda oturur’’ türküsünü söylüyor.Ben diyeyim Neşet Ertaş,siz deyin daha fazla.Lal olmuş gibi dinledik.İsmail resital veriyordu.Birkaç türkü daha söyleyip sazı yanına bıraktı.Sigara uzattım.Tanıştık.Bu sefer odadakiler bana ısrar ettiler.İsmail:
-Sesini bir duyalım hocam dedi
Tabi onun çalması ile benimki arasında dağlar var.İsmail beğendim meğendim dese de o nere de ben nere?
Akşam oğlu ona darbuka ile eşlik etti.Gece yarısına kadar çalıp söyledi.Arada bir hem sigara molası hem de dinlenmek için sazı bana bıraktı.
Gece yarı olmuştu.İnsanlar dağılıyor fakat İsmail beni bırakmıyordu.Meğer içki faslı varmış.Söylemesi ayıp,birkaç kadeh te ben attım.İçkinin etkisiyle ben de oldum mu bir Neşet? Sabah dört mü beş mi bildiğim yok.Eve dönerken koluma giren muhtarın nerdeyse sırtına bineceğim.Öylesine zil zurna eve geldim.
İsmail Çingene idi ama konuşması,tavır ve nezaketi ile tam bir İstanbul beyefendisi idi.Üç oğlu iki kızı,karısı ve anasıyla göçmen evlerinde oturur.Ayrıca kardeşleri de çalgıcılıkla geçinirdi.
Daha sonra samimiyeti ilerlettik. Kale’ye bir çok kereler düğüne geldi.Gelmeden önce köylülerle haber salar,’’Aman hocam bu hafta bir yere gitmesin ‘’derdi.Çünkü benimle iyi anlaşıyordu.Bir de arada sazı bana bırakıp dinleniyordu.Hele bir iki kadeh atmışsa feleğini şaşırıyor,çalmasını bozuyordu.
Sayısız plak doldurmuş,bir kaçta kaseti vardı.Onun Türkiye’de neden şöhret olamadığını ise hala düşünürüm.’’Ana sütün helal eyle,Hezeli de deli gönül hezeli’’isimli türküleri radyolarda söyleniyordu.
Hapis yattığını duymuştum.Nedenini sordum.
-Hocam ‘’Dane dane benleri var’’ türküsü benimdir.Neşet’e verdim.Bir de baktım ki söz-müzik Neşet Ertaş yazıyor.Fıttırdım.Tabancayı belime taktım.Gencim,korku yok ürkü yok.Ankara’ya gittim.’’Ulan Neşet seni benim elimden kim alacak’’ diyorum.Bir kaç gün TRT’nin önünde dolaştım.
Bunu radyoevinin önünde gören Neşet Ertaş durumu anlar ve polis çağırır.İsmail üzerinde ruhsatsız tabanca ile yakalanır ve hapsi boylar.Tam üç yıl yatar.
İsmail her ne kadar vuracaktım dese de tam bir Neşet hastasıdır.Çalışı,söyleyişi,sesi tıpa tıp aynıdır.
-Ceylan…Dedim saz bende o dinleniyor.
-Onu bir Neşet söyler bir de ben dedi.
Garibim bilmiyor ki o türkünün bizde plağı var ve ben su gibi içiyorum.Türkü bitince:
-Vallahi bu kadarını beklemiyordum dedi.
İçli adamdır İsmail, dost canlısıdır.Yeşilhisar’da görüpte çay ısmarlamadan bıraktığını bilmem.Eğer zamanım varsa bir iki el de okey oynardık.Çok ta iyi okey oynar.Eilne yarayan taşı gönülsüzmüş gibi yavaşça alırken:
-Alalım bakalım şunu. Belki kıtlıkta bal ekmeğe katık olur. Diyerek te espri yapar.
*
Bir Pazar günü Kayseri’den geldim. Kale’ye gitmek için onun evinin önünden geçiyorum. Pencereden görmüş. O da biraz önce düğünden gelmiş.Kafa sarhoş.
-Bırakmam, vallahi bırakmam.Bir kahvemi içeceksin.
Paket gibi küçücük,iki gözlü göçmen evinde oturuyor.Kızları öbür odaya geçti.Annesi yaşlı bir kadındı.Beni çok samimi bir şekilde karşıladı.Kadının konuşması çok düzgündü.Sanki kelimeleri özenle seçip öyle konuşuyormuş hissi veriyordu.Biraz sohbetten sonra
-Anne,hocam da çalıp söyler.İster misin?
-Memnuniyetle.Eğer hocam lütfederse.
İçimden ‘’Ulan oğlum bunlar Çingene değil,esas Çingene biziz,şu kadındaki lügate bak’’dedim.Duvarda dört-beş tane saz asılıydı İsmail birini indirdi.Ben çalıp söylemeye başladım.Baktım ihtiyar kadın da bana eşlik ediyor.İşte o an hayretim bir kat daha arttı.Muhteşem bir sesi vardı.Ben söylerken mahsus kesip onu dinliyordum.Sanki ağzıma bir parmak bal çalmışlardı.Kadının ömrü çalgıcılar içinde geçmişti.Önce kocası,sonra çocukları ve torunları…
Davut Sulari’nin ‘’Bugün bayram günü..’’türküsüne gelince:
-Bunu bilmiyorum sen solo yap
Ben söylerken de sessizce ağladı İçimden ‘’Allah akıl versin ‘’dedim.
-Aman hocam şunu bir yazıver hele. Türküyü yazdım.Ananın benim sesimden hoşlanmasının sebebi ise meğer rahmetli kocasının sesinin aynısıymış.
Bir ara İsmail saza sarıldı.Kadın kalkıp sazı ondan alıp tekrar bana verdi.
-Seni çok dinliyoruz,sen dur bakalım diye İsmail’i azarladı.
Karısı kahveleri getirmişti ki içerden iki kız da çıkıp geldiler.İsmail :
-Amcası bunlar da söyler,bir dinle bakalım.
Kızlar da babalarından aşağı değildi.Uzatmayalım.Ailece müzisyendiler.Kala kala İsmail’in karısı kalmıştı.
-Yenge,sende bir şey yok mu? O sadece yılıştı.Ana:
-Oho o .Esas sanatçı odur ama sanat müziği söyler.
Tüm ısrarlarımızı nazikçe geri çevirdi.
Neden sonra müsaade istedim.Teşekkürler ederek ayrıldım.Böylesine kibar ve sanatçı ruhlu insanların Çingene olarak anılmalarına bir kez daha üzüldüm.
*
İsmail Aslan Kayseri’ye geldimi tv. kanalları paylaşamazdı.Hele isteklere geçince telefonlar kilitlenirdi.O,Neşet’in tabiri ile üç saat mi çalardı,beş saat mi çalardı.
Kay.tv,Başak tv,Erciyes tv,ve Elif tv.defalarca başka proğramlarını sırf İsmail Aslan yüzünden ertelemek zorunda kalıp şöyle bir altyazı geçerler:
Proğramımız uzadığı için şu filmi yayınlayamıyoruz,özür dileriz.
Bana şöyle bir olayı Kaleli Ali anlattı:
İsmail Başak Tv.’de istekleri okuyor.Derken Ali aramış.
-Yahu Ali Mustafa Hoca’dan ne haber?O’nu arayıp duruyorum Bir telefonu filan…
-Hoca Almanya’da.Telefonunu istersen vereyim ama hoca yok.
Böylece İsmail benden umudu iyice kesmiş.Daha sonra Niğde’ye göçmüş.Anasını ve karısını kaybetmiş Kızlar,oğlanlar evlenmiş.Kendisi de bir kadınla evlenmiş.
Aradan tam 20 yıl geçmişti.Yıl 2001 Geze geze eve geliyordum.İmam-hatibin önündeki kaldırımdayım. Karşımda,bana doğru ufak boylu biri geliyor.Yaklaşınca tanıdım.İsmail zaten zayıftı.İyice erimiş,gözler çukurda,yüzü kırışıklar içinde.Böyle dediğime bakmayın traş olmuş,takım elbise sırtında.Tam geliş yoluna dikildim.Kafası yerde ,beni fark edince çarpmamak için yan tarafa meyletti.
-Tanıyamadınız galiba ?
Biraz baktı,baktı.
-Yahu sen….Sen…Yoksa?...Hocam…Hocam sensin değil mi ?
Boynuma sarıldı.Sıkıyor,sıkıyordu.Sanki kardeşi askerden gelmiş…Epey bırakmadı.Katıla katıla ağlamaya başladı.
-Ya hocam.ya hocam diyor sonunu getiremiyordu.Duvara çöktü.Bir yandan gözyaşlarını siliyor biryandan da:
-E ne var ne yok?
-Kulaklarımı kaybettim diyince yerinden zıpladı.
-Ne.Ne diyorsun sen ?
-Senin o zil gibi ses var ya?Artık senin olsun.Benim işime yaramaz dedim.
Çok üzüldü,ne diyeceğini şaşırdı.
-Allah, Allah, Allah, Allah.
İsmail içli adamdı.Öyle ya sanatçı olmak kolay değildi tabii.
Kaç yıldır görmüyorum.Niğde’de olmalı.
Kim ne derse desin.Çingene mingene ama kesin olan bir şey vardı ki İsmail nesli tükenen beyefendilerden biriydi.
Saz diyince de mahalli sanatçı İsmail Aslan’a kimse toz kondurmaz. Hatta ‘’Anasından sanatçı doğmuş’’Derler.
Benden saz çalmayı öğrenen Kaleli Ali Aktaş :
-İsmail Aslan’ı hiç dinledin mi?Diye sordu.
-Hayır dinlemedim.Hatta adamı henüz görmedim dedim.
-İyi öyleyse.Bu hafta Kale’de düğün çalacak.Neşet Ertaş’ın aynısı diye uzun uzun ondan bahsetti.
Elektro sazı ile Cuma günü Kale’ye gelmiş.Tabi o bilmiyor ki Kale’ de elektrik henüz yok.Adam kalakalmış.Ne yapalım ne edelim derken birisi:
-Hocada normal saz var diyince sevinmiş.Düğün sahibi bana gelerek sazı istedi.Verdim.Ben de birazdan geleceğimi söyledim.Düğün evinde üç-beş kişi vardı.İsmail Aslan çalıp söylüyordu.Ne? bu benim saz mı?Tellerinden notaları adeta penseyle söküp aldığım saz mı?Şu beni inim inim inleten saz İsmail’in elinde ateş kesilmiş,vallahi tanınmıyor.Nerdeyse para verip tekrar satın alacağım.Zil gibi ötüyor.Hiç unutmam ‘’Anam ağlar başucumda oturur’’ türküsünü söylüyor.Ben diyeyim Neşet Ertaş,siz deyin daha fazla.Lal olmuş gibi dinledik.İsmail resital veriyordu.Birkaç türkü daha söyleyip sazı yanına bıraktı.Sigara uzattım.Tanıştık.Bu sefer odadakiler bana ısrar ettiler.İsmail:
-Sesini bir duyalım hocam dedi
Tabi onun çalması ile benimki arasında dağlar var.İsmail beğendim meğendim dese de o nere de ben nere?
Akşam oğlu ona darbuka ile eşlik etti.Gece yarısına kadar çalıp söyledi.Arada bir hem sigara molası hem de dinlenmek için sazı bana bıraktı.
Gece yarı olmuştu.İnsanlar dağılıyor fakat İsmail beni bırakmıyordu.Meğer içki faslı varmış.Söylemesi ayıp,birkaç kadeh te ben attım.İçkinin etkisiyle ben de oldum mu bir Neşet? Sabah dört mü beş mi bildiğim yok.Eve dönerken koluma giren muhtarın nerdeyse sırtına bineceğim.Öylesine zil zurna eve geldim.
İsmail Çingene idi ama konuşması,tavır ve nezaketi ile tam bir İstanbul beyefendisi idi.Üç oğlu iki kızı,karısı ve anasıyla göçmen evlerinde oturur.Ayrıca kardeşleri de çalgıcılıkla geçinirdi.
Daha sonra samimiyeti ilerlettik. Kale’ye bir çok kereler düğüne geldi.Gelmeden önce köylülerle haber salar,’’Aman hocam bu hafta bir yere gitmesin ‘’derdi.Çünkü benimle iyi anlaşıyordu.Bir de arada sazı bana bırakıp dinleniyordu.Hele bir iki kadeh atmışsa feleğini şaşırıyor,çalmasını bozuyordu.
Sayısız plak doldurmuş,bir kaçta kaseti vardı.Onun Türkiye’de neden şöhret olamadığını ise hala düşünürüm.’’Ana sütün helal eyle,Hezeli de deli gönül hezeli’’isimli türküleri radyolarda söyleniyordu.
Hapis yattığını duymuştum.Nedenini sordum.
-Hocam ‘’Dane dane benleri var’’ türküsü benimdir.Neşet’e verdim.Bir de baktım ki söz-müzik Neşet Ertaş yazıyor.Fıttırdım.Tabancayı belime taktım.Gencim,korku yok ürkü yok.Ankara’ya gittim.’’Ulan Neşet seni benim elimden kim alacak’’ diyorum.Bir kaç gün TRT’nin önünde dolaştım.
Bunu radyoevinin önünde gören Neşet Ertaş durumu anlar ve polis çağırır.İsmail üzerinde ruhsatsız tabanca ile yakalanır ve hapsi boylar.Tam üç yıl yatar.
İsmail her ne kadar vuracaktım dese de tam bir Neşet hastasıdır.Çalışı,söyleyişi,sesi tıpa tıp aynıdır.
-Ceylan…Dedim saz bende o dinleniyor.
-Onu bir Neşet söyler bir de ben dedi.
Garibim bilmiyor ki o türkünün bizde plağı var ve ben su gibi içiyorum.Türkü bitince:
-Vallahi bu kadarını beklemiyordum dedi.
İçli adamdır İsmail, dost canlısıdır.Yeşilhisar’da görüpte çay ısmarlamadan bıraktığını bilmem.Eğer zamanım varsa bir iki el de okey oynardık.Çok ta iyi okey oynar.Eilne yarayan taşı gönülsüzmüş gibi yavaşça alırken:
-Alalım bakalım şunu. Belki kıtlıkta bal ekmeğe katık olur. Diyerek te espri yapar.
*
Bir Pazar günü Kayseri’den geldim. Kale’ye gitmek için onun evinin önünden geçiyorum. Pencereden görmüş. O da biraz önce düğünden gelmiş.Kafa sarhoş.
-Bırakmam, vallahi bırakmam.Bir kahvemi içeceksin.
Paket gibi küçücük,iki gözlü göçmen evinde oturuyor.Kızları öbür odaya geçti.Annesi yaşlı bir kadındı.Beni çok samimi bir şekilde karşıladı.Kadının konuşması çok düzgündü.Sanki kelimeleri özenle seçip öyle konuşuyormuş hissi veriyordu.Biraz sohbetten sonra
-Anne,hocam da çalıp söyler.İster misin?
-Memnuniyetle.Eğer hocam lütfederse.
İçimden ‘’Ulan oğlum bunlar Çingene değil,esas Çingene biziz,şu kadındaki lügate bak’’dedim.Duvarda dört-beş tane saz asılıydı İsmail birini indirdi.Ben çalıp söylemeye başladım.Baktım ihtiyar kadın da bana eşlik ediyor.İşte o an hayretim bir kat daha arttı.Muhteşem bir sesi vardı.Ben söylerken mahsus kesip onu dinliyordum.Sanki ağzıma bir parmak bal çalmışlardı.Kadının ömrü çalgıcılar içinde geçmişti.Önce kocası,sonra çocukları ve torunları…
Davut Sulari’nin ‘’Bugün bayram günü..’’türküsüne gelince:
-Bunu bilmiyorum sen solo yap
Ben söylerken de sessizce ağladı İçimden ‘’Allah akıl versin ‘’dedim.
-Aman hocam şunu bir yazıver hele. Türküyü yazdım.Ananın benim sesimden hoşlanmasının sebebi ise meğer rahmetli kocasının sesinin aynısıymış.
Bir ara İsmail saza sarıldı.Kadın kalkıp sazı ondan alıp tekrar bana verdi.
-Seni çok dinliyoruz,sen dur bakalım diye İsmail’i azarladı.
Karısı kahveleri getirmişti ki içerden iki kız da çıkıp geldiler.İsmail :
-Amcası bunlar da söyler,bir dinle bakalım.
Kızlar da babalarından aşağı değildi.Uzatmayalım.Ailece müzisyendiler.Kala kala İsmail’in karısı kalmıştı.
-Yenge,sende bir şey yok mu? O sadece yılıştı.Ana:
-Oho o .Esas sanatçı odur ama sanat müziği söyler.
Tüm ısrarlarımızı nazikçe geri çevirdi.
Neden sonra müsaade istedim.Teşekkürler ederek ayrıldım.Böylesine kibar ve sanatçı ruhlu insanların Çingene olarak anılmalarına bir kez daha üzüldüm.
*
İsmail Aslan Kayseri’ye geldimi tv. kanalları paylaşamazdı.Hele isteklere geçince telefonlar kilitlenirdi.O,Neşet’in tabiri ile üç saat mi çalardı,beş saat mi çalardı.
Kay.tv,Başak tv,Erciyes tv,ve Elif tv.defalarca başka proğramlarını sırf İsmail Aslan yüzünden ertelemek zorunda kalıp şöyle bir altyazı geçerler:
Proğramımız uzadığı için şu filmi yayınlayamıyoruz,özür dileriz.
Bana şöyle bir olayı Kaleli Ali anlattı:
İsmail Başak Tv.’de istekleri okuyor.Derken Ali aramış.
-Yahu Ali Mustafa Hoca’dan ne haber?O’nu arayıp duruyorum Bir telefonu filan…
-Hoca Almanya’da.Telefonunu istersen vereyim ama hoca yok.
Böylece İsmail benden umudu iyice kesmiş.Daha sonra Niğde’ye göçmüş.Anasını ve karısını kaybetmiş Kızlar,oğlanlar evlenmiş.Kendisi de bir kadınla evlenmiş.
Aradan tam 20 yıl geçmişti.Yıl 2001 Geze geze eve geliyordum.İmam-hatibin önündeki kaldırımdayım. Karşımda,bana doğru ufak boylu biri geliyor.Yaklaşınca tanıdım.İsmail zaten zayıftı.İyice erimiş,gözler çukurda,yüzü kırışıklar içinde.Böyle dediğime bakmayın traş olmuş,takım elbise sırtında.Tam geliş yoluna dikildim.Kafası yerde ,beni fark edince çarpmamak için yan tarafa meyletti.
-Tanıyamadınız galiba ?
Biraz baktı,baktı.
-Yahu sen….Sen…Yoksa?...Hocam…Hocam sensin değil mi ?
Boynuma sarıldı.Sıkıyor,sıkıyordu.Sanki kardeşi askerden gelmiş…Epey bırakmadı.Katıla katıla ağlamaya başladı.
-Ya hocam.ya hocam diyor sonunu getiremiyordu.Duvara çöktü.Bir yandan gözyaşlarını siliyor biryandan da:
-E ne var ne yok?
-Kulaklarımı kaybettim diyince yerinden zıpladı.
-Ne.Ne diyorsun sen ?
-Senin o zil gibi ses var ya?Artık senin olsun.Benim işime yaramaz dedim.
Çok üzüldü,ne diyeceğini şaşırdı.
-Allah, Allah, Allah, Allah.
İsmail içli adamdı.Öyle ya sanatçı olmak kolay değildi tabii.
Kaç yıldır görmüyorum.Niğde’de olmalı.
Kim ne derse desin.Çingene mingene ama kesin olan bir şey vardı ki İsmail nesli tükenen beyefendilerden biriydi.