8 Mart 2010 Pazartesi

MERYEM ANA

Zayıfmı zayıf bir adamdı Ahmet.Avurtları birbirine geçmiş yürüyen bir iskeletti mübarek.Sarı saçları burnuna dökülür,çöp gibi parmaklarını daldırıp onları geri iterdi.
Ahmet köşgerdi.Meydanın köşesindeki tek gözlü dükkanında akşamlara kadar yırtık,sökük ayakkabılarla uğraşır dururdu.Geleni gideni hiç kaçırmaz,kaybolana kadar gözleriyle takip ederdi Zaten Yeşilhisar küçük bir ilçeydi ve herkes birbirini tanırdı.
Yeşilhisar’da işim olduğu zamanelimdeki çantayı nereye koyacağımı şaşırırdım.Ahmet’le tanıştıktan sonra oraya koymaya başladım.
Çok samimi bir şekilde beni karşılar,oldukça saygılı ve ölçülü davranırdı.Ağabeyi de benim gibi öğretmendi.ben bu saygı ve samimiyeti buna bağlıyordum.Yanına varır varmaz çay söyler,fısıltıyla:
-Aman hocam ola ki paran felan olmazsa haberim olsun.Sen burada bizim misafirimizsin derdi.
Ahmet’le iyice samimi olmuştuk.
Bir gün gene ilçeye gitmiştim Çantamı koymak için ona uğradım.Dükkanda yaşlıca bir kadın vardı.(Kezban Ebeme çok benziyordu)Ahmet beni takdim etti:
-Meryem Ana bu Kale’nin…
-Biliyorum kokuk diye lafını kesti.
Beni nerden tanıdığını,ilk defa görüştüğümüzü söyledimse de cevap alamadım.Meryem Ana lafı hep geçiştirdi.Hatta ben O’na soru sorarken bile Ahmet’e laf anlatmaya durdu.Sonra:
-Hocam,bana 100 lira vereceksin.
Elimi cebime atıp biraz para çıkardım.
-Sadece 100 Lira yeter diyerek tüm ısrarlarıma rağmen fazla para almadı.Parayı koynuna sokup dükkanı terk etti.
-Kimdi bu Ahmet ?
-Bu Meryem Anamız.Yeşilhisar’ın kadın evliyasıdır.Çok seyrek olarak birisinden para ister,yüz Liradan fazla da almaz.
-Müftü Ahmet Efendi’yi biliyor musun ?
Emekli müftü Ahmet Kafkas Yeşilhisar’da evliya olarak bilinen muhterem bir zat idi.
-Evet,şu evliya dediğiniz.
-Hah. O mübarek Meryem Ana için ‘’O benim sağ kolumdur’’ Der.Yani Meryem Ana Ahmet Efendi’den el almıştır.
Ahmet ciddi bir şey söyleyeceği zaman öne eğilir fısıldardı.Gene öyle yaptı.
-Bunlar boş değil Hocam,bunlar boş değil…
-Allah iyiliklerini versin.Peki sen hiç kerametlerini gördün mü ?
O zaman heyecanlandı,mavi gözlerini ayırarak öne eğildi ve yine fısıltıyla :
-Kaç kere,kaç kere dedi.Tek ben değil,bütün kaza,hatta bu civarda onun kerametlerine şahit olmayan yoktur.Hem de kaç defa,kaç defa…
-E,e,e, anlat bakalım.
-Şimdi sana anlatacağım şu olaya tüm Yeşilhisar şahittir.İnanmazsan kime sorarsan sor.
Anlatmaya başladı :
-Bahar günleriydi.Ortalık cayır cayır yanıyor.Ekinler,otlar bir damla suya hasret.Ahmet Efendi’ye yalvarıyorlar ve O’nu yağmur duasına ikna ediyorlar.O da bir Cuma namazından sonra ahaliyi peşine takıp yürüyor.Şu hastanenin önünde köprü var ya? Orada millete dönüp ‘’Komşular aranızda küs olanlar Allah rızası için geri dönsün ‘’diyor.Ben geriden geldiğim için bu sözleri duymamıştım.Yaklaşık elli kişi guruptan ayrılarak geri döndü.Ben daha sonra hızlanarak yanında yürümeye başladım.Hapishanenin önüne gelince tekrar ‘’Komşular,aramızda hala küsler var,onlar da ayrılsın’’ diye bağırdı.Birkaç kişi daha ayrıldı.Vallahi hocam biraz sonra kara bulutlar birikmeye başladı.Niyeti bizi Keşlik yolundaki tepeye çıkarmakmış.Birden durdu.’’Ben okuyacağım siz amin diyeceksiniz’’
Daha ilk sözlerini tamamlamıştı ki gök gürlemeye durdu.’’Herkes son hızla evlerine’’ diye bağırdı.
Bizler geri dönüp koşmaya başladık.Daha İmam-hatibin oraya gelmeden sağanak çöktü.Kendimi bir sipere atana kadar suyum çıktı.Bir yağmur yağdı,bir yağmur yağdı…Ben öylesini ne gördüm, ne de duydum.Ya hocam bunlar boş değil,bunlar boş değil.
Bir de şunu anlatırlar ki :Adamın biri Ahmet Efendiye:’’Sen neden herkese selam vermiyorsun demiş.O adama cevap vermemiş.Adam birkaç defa üsteleyince yanına çağırır.Büktüğü kolunun arasından bakmasını ister.Adam bir bakar ki ne görsün ?İnsanların kimi maymun,kimi domuz,kimi de eşek suretinde.Tövbe ederek eline sarılmış.
-Şu Meryem Ana ? Diye sordum.
-O’na gelince…Sen gelirken ne dedi biliyor musun?’’Şu adama bak Ahmet.Adamın hası.Allah selamet versin de yalnız bir kusuru var.Ah namazını kılsa ,Ah bir de namazını kılsa…
O kadın herkesle konuşmaz,hele hele çok az insandan para istermiş.
-O parayı da kendisine harcayacağını sanmıyorum dedi.
-Nasıl biridir,kocasını tanır mıyım?
Anlatayım dedi ve başladı.
-Meryem Ana ‘nın huysuz mu huysuz,soysuz mu soysuz bir kocası vardı.Gündüz kumar oynar gece gündüz de içki içerdi.Bunların arazisi bu çevrede kimsede yoktur.Ama zavallı Meryem Ana’dan başkada bakacak,çekecek kimse yoktur.Kadıncağız yanına kattığı bebeleri ile akşamlara kadar harıl harıl çalışır. Koca kumarda tabii.Akşam eve yorgun argın ev işlerini de bitirdikten sonra geçermiş pencereye.Sokağın başından yıkıla yıkıla gelen el yüz çamur içindeki kocasına koşar,onu karşılar,koluna girerek eve getirirmiş.Herif eve gelene kadar Meryem Ana’ya söver,arada da bir tokat vururmuş.Meryem Ana onu yur yıkar ,yatağına yatırırmış.Tam 18 sene,dile kolay hocam 18 sene ne demek?Gık bile demeden el pençe divan durarak kocasına hizmet etmiş.
Bir kış günü gene kocasını bekliyormuş.Adam karlar içinde yata yata sokağın başında görünmüş.Meryem Ana koşmuş.
-Ulann…Ulann…min karısı .Sırtına al beni ! Diye bağırıyormuş.Meryem Ana komşular duyacak diye telaşlanarak fısıldamış:
-Etme herif bu karda ben seni nasıl taşıyayım ?
-Yieyyt diye bir nara daha patlatmış.küfürün,tekme-tokatın bini bir para.
Kadıncağız bir yandan komşulardan utanıyor,bir yandan herifin kafa bir milyon olmuş laftan anlamıyor.
-Bin der ve sırtını döner.
Bu şerefsiz sanki eşeğe biner gibi ‘’Deh’’ der ve topuklamaya başlar.Diz boyu karda düşe kalka eve gelirler.Gene elini ayağını temizler,herifi bir bebek gibi beleyerek yatağına yatırır.Yıllarca ıh demez.
Kocası bu gıkı çıkmayan kadıncağıza olmadık eziyetler etti.
Sonunda hastalandı.
Aylarca öküz gibi höğürdü. Meryem Ana ona o halde iken bile hizmette kusur etmedi.
-Derdi neymiş ?
-Derdini bilmem ama çok yorgan yırttı onu bilirim.
Son demlerinde Meryem Ana’ya ‘’Çok kahrımı çektin ve de çok kötülüğümü gördün.Hakkın helal et ‘’ demiş.Meryem Ana’da ‘’Sen benim efendimsin.Karı-koca arasında hak ta neymiş,helal olsun’’ demiş.Koskoca adam hüngür hüngür ağlamış.Geberip gitti şükür.
Meryem Ana herkesle konuşmaz,konuştuklarına da ‘’Gadasını aldığım,Gurban olduğum’’diye hitap eder,şaka bile yapar.
Ahmet’in eli yüzü işi gereği toz topraktır .O’na hep ‘’Kokuk’’der.


Aradan aylar geçmiş,bu konuyu nerdeyse unutmuştum .
Midem yanıyordu.Bir Çarşamba günü doktora gittim.Ben doktordayken Meryem Ana Ahmet’e gelmiş.
-Hoca gelecek demiş.Ahmet’te:
-Bu gün tatil değil,bir şey değil,hoca neden gelsin ?
-Hoca gelecek,bana da 100 Lira verecek.Ben onun için buraya geldim.
Ben caddenin köşesinden görününce ‘’Gördün mü kokuk’’ diyerek Ahmet’in sırtına vurmuş.
Selam vererek girdim.Meryem Ana neşeliydi.Bana:
-Hocam bana 100 Lira ver.
Verdim.O parayı koynuna sokarken:
-Hocam bu sabah…Ahmet şu kapıyı kapat.Bu sabah arkadaşlarla sana geldik.Seni sabah namazına kaldıramadık.
-Nasıl yani ?
-Nasılını karıştırma.Sen Kale’de şu tek sıralı evlerde otu muyor musun ?
-Ben dünya gözü ile Kale’yi görmedim.İnan bana.
-Şu meseleyi biraz açıklar mısınız ?
-Ben geç kaldım gitmem lazım diyerek alelacele dükkandan çıktı.Çıkarken de Ahmet’e işaret yaptı.Ahmet ‘’Tamam’’ dedi.
O gittikten sonra Ahmet
-Hocam,sen gelmeden önce bana anlattı.Bunlar bir gurup evliya geceleri gezerlermiş.Sabah namazı için bazılarını uyandırırlarmış.Sana da gelmişler.O kadar uğraşmalarına rağmen seni bir türlü uyandıramamışlar.
Doğrusunu isterseniz bu kadarına şaşırdım ama pek inanmadım.Böyle evliya hikayeleri halkın dilinde anlatılır dedim.Hatta elimi sallayıp geçtim.
Bir gece…Sabaha karşıydı .öyle dalgın uyuyordum ki.Birisi omzumdan silkeliyor,bırakmıyordu.Bizim hatunu zannettim.’’Bu gece yarısında derdi ne ola ki’’diye sokrana sokrana uyandım.Baktım,hatun ve çocuklar horul horul uyuyorlar.
Bekir Hoca sabah ezanını okuyordu.Hemen bir abdest alıp camiye yürüdüm.Salonda cemaati bekleyen hoca beni görünce afalladı.
-Hayrola hocam?
-İnşallah hayırdır dedim.
Adam haklıydı.Beni Cuma namazından başka camide görmüyordu ki…
O gün namaza başladım.Aralıksız bir on yıl namaz kıldım.Şimdi ise ne yazık ki kılmıyorum.
Tekrar bir Meryem Ana’ya ihtiyacım var ama zavallı kadın öleli yıllar oluyor.(Allah rahmet eylesin)
Bütün bu anlattıklarımın yorumunu size bırakıyorum.Sizlere söyleyeceğim şudur ki: Bu okuduklarınız tamamen gerçektir.

SEVGİLERİMLE…MUSTAFA TÜRKER

İSMAİL ASLAN

Kısa boylu,oldukça zayıf,mavi gözleri içine kaçmış,sarışın biriydi İsmail.Şöyle baksan bir şeye benzetemezsin.Hele sazını kucağına alınca saz mı büyük,İsmail mi ,anlayamazsınız.Gene Yeşilhisar Kale Köyündeyim.Yeşilhisar^de düğünlerde saz çalınır.Yanında da darbuka olur.Çok nadir olarak keman veya cümbüş te olur ama ana çalgı sazdır.Bizim Pınarbaşı’da davul zurna olduğu için saz çok tuhafıma gitmişti.
Saz diyince de mahalli sanatçı İsmail Aslan’a kimse toz kondurmaz. Hatta ‘’Anasından sanatçı doğmuş’’Derler.
Benden saz çalmayı öğrenen Kaleli Ali Aktaş :
-İsmail Aslan’ı hiç dinledin mi?Diye sordu.
-Hayır dinlemedim.Hatta adamı henüz görmedim dedim.
-İyi öyleyse.Bu hafta Kale’de düğün çalacak.Neşet Ertaş’ın aynısı diye uzun uzun ondan bahsetti.
Elektro sazı ile Cuma günü Kale’ye gelmiş.Tabi o bilmiyor ki Kale’ de elektrik henüz yok.Adam kalakalmış.Ne yapalım ne edelim derken birisi:
-Hocada normal saz var diyince sevinmiş.Düğün sahibi bana gelerek sazı istedi.Verdim.Ben de birazdan geleceğimi söyledim.Düğün evinde üç-beş kişi vardı.İsmail Aslan çalıp söylüyordu.Ne? bu benim saz mı?Tellerinden notaları adeta penseyle söküp aldığım saz mı?Şu beni inim inim inleten saz İsmail’in elinde ateş kesilmiş,vallahi tanınmıyor.Nerdeyse para verip tekrar satın alacağım.Zil gibi ötüyor.Hiç unutmam ‘’Anam ağlar başucumda oturur’’ türküsünü söylüyor.Ben diyeyim Neşet Ertaş,siz deyin daha fazla.Lal olmuş gibi dinledik.İsmail resital veriyordu.Birkaç türkü daha söyleyip sazı yanına bıraktı.Sigara uzattım.Tanıştık.Bu sefer odadakiler bana ısrar ettiler.İsmail:
-Sesini bir duyalım hocam dedi
Tabi onun çalması ile benimki arasında dağlar var.İsmail beğendim meğendim dese de o nere de ben nere?
Akşam oğlu ona darbuka ile eşlik etti.Gece yarısına kadar çalıp söyledi.Arada bir hem sigara molası hem de dinlenmek için sazı bana bıraktı.
Gece yarı olmuştu.İnsanlar dağılıyor fakat İsmail beni bırakmıyordu.Meğer içki faslı varmış.Söylemesi ayıp,birkaç kadeh te ben attım.İçkinin etkisiyle ben de oldum mu bir Neşet? Sabah dört mü beş mi bildiğim yok.Eve dönerken koluma giren muhtarın nerdeyse sırtına bineceğim.Öylesine zil zurna eve geldim.
İsmail Çingene idi ama konuşması,tavır ve nezaketi ile tam bir İstanbul beyefendisi idi.Üç oğlu iki kızı,karısı ve anasıyla göçmen evlerinde oturur.Ayrıca kardeşleri de çalgıcılıkla geçinirdi.
Daha sonra samimiyeti ilerlettik. Kale’ye bir çok kereler düğüne geldi.Gelmeden önce köylülerle haber salar,’’Aman hocam bu hafta bir yere gitmesin ‘’derdi.Çünkü benimle iyi anlaşıyordu.Bir de arada sazı bana bırakıp dinleniyordu.Hele bir iki kadeh atmışsa feleğini şaşırıyor,çalmasını bozuyordu.
Sayısız plak doldurmuş,bir kaçta kaseti vardı.Onun Türkiye’de neden şöhret olamadığını ise hala düşünürüm.’’Ana sütün helal eyle,Hezeli de deli gönül hezeli’’isimli türküleri radyolarda söyleniyordu.
Hapis yattığını duymuştum.Nedenini sordum.
-Hocam ‘’Dane dane benleri var’’ türküsü benimdir.Neşet’e verdim.Bir de baktım ki söz-müzik Neşet Ertaş yazıyor.Fıttırdım.Tabancayı belime taktım.Gencim,korku yok ürkü yok.Ankara’ya gittim.’’Ulan Neşet seni benim elimden kim alacak’’ diyorum.Bir kaç gün TRT’nin önünde dolaştım.
Bunu radyoevinin önünde gören Neşet Ertaş durumu anlar ve polis çağırır.İsmail üzerinde ruhsatsız tabanca ile yakalanır ve hapsi boylar.Tam üç yıl yatar.
İsmail her ne kadar vuracaktım dese de tam bir Neşet hastasıdır.Çalışı,söyleyişi,sesi tıpa tıp aynıdır.
-Ceylan…Dedim saz bende o dinleniyor.
-Onu bir Neşet söyler bir de ben dedi.
Garibim bilmiyor ki o türkünün bizde plağı var ve ben su gibi içiyorum.Türkü bitince:
-Vallahi bu kadarını beklemiyordum dedi.
İçli adamdır İsmail, dost canlısıdır.Yeşilhisar’da görüpte çay ısmarlamadan bıraktığını bilmem.Eğer zamanım varsa bir iki el de okey oynardık.Çok ta iyi okey oynar.Eilne yarayan taşı gönülsüzmüş gibi yavaşça alırken:
-Alalım bakalım şunu. Belki kıtlıkta bal ekmeğe katık olur. Diyerek te espri yapar.
*
Bir Pazar günü Kayseri’den geldim. Kale’ye gitmek için onun evinin önünden geçiyorum. Pencereden görmüş. O da biraz önce düğünden gelmiş.Kafa sarhoş.
-Bırakmam, vallahi bırakmam.Bir kahvemi içeceksin.
Paket gibi küçücük,iki gözlü göçmen evinde oturuyor.Kızları öbür odaya geçti.Annesi yaşlı bir kadındı.Beni çok samimi bir şekilde karşıladı.Kadının konuşması çok düzgündü.Sanki kelimeleri özenle seçip öyle konuşuyormuş hissi veriyordu.Biraz sohbetten sonra
-Anne,hocam da çalıp söyler.İster misin?
-Memnuniyetle.Eğer hocam lütfederse.
İçimden ‘’Ulan oğlum bunlar Çingene değil,esas Çingene biziz,şu kadındaki lügate bak’’dedim.Duvarda dört-beş tane saz asılıydı İsmail birini indirdi.Ben çalıp söylemeye başladım.Baktım ihtiyar kadın da bana eşlik ediyor.İşte o an hayretim bir kat daha arttı.Muhteşem bir sesi vardı.Ben söylerken mahsus kesip onu dinliyordum.Sanki ağzıma bir parmak bal çalmışlardı.Kadının ömrü çalgıcılar içinde geçmişti.Önce kocası,sonra çocukları ve torunları…
Davut Sulari’nin ‘’Bugün bayram günü..’’türküsüne gelince:
-Bunu bilmiyorum sen solo yap
Ben söylerken de sessizce ağladı İçimden ‘’Allah akıl versin ‘’dedim.
-Aman hocam şunu bir yazıver hele. Türküyü yazdım.Ananın benim sesimden hoşlanmasının sebebi ise meğer rahmetli kocasının sesinin aynısıymış.
Bir ara İsmail saza sarıldı.Kadın kalkıp sazı ondan alıp tekrar bana verdi.
-Seni çok dinliyoruz,sen dur bakalım diye İsmail’i azarladı.
Karısı kahveleri getirmişti ki içerden iki kız da çıkıp geldiler.İsmail :
-Amcası bunlar da söyler,bir dinle bakalım.
Kızlar da babalarından aşağı değildi.Uzatmayalım.Ailece müzisyendiler.Kala kala İsmail’in karısı kalmıştı.
-Yenge,sende bir şey yok mu? O sadece yılıştı.Ana:
-Oho o .Esas sanatçı odur ama sanat müziği söyler.
Tüm ısrarlarımızı nazikçe geri çevirdi.
Neden sonra müsaade istedim.Teşekkürler ederek ayrıldım.Böylesine kibar ve sanatçı ruhlu insanların Çingene olarak anılmalarına bir kez daha üzüldüm.
*
İsmail Aslan Kayseri’ye geldimi tv. kanalları paylaşamazdı.Hele isteklere geçince telefonlar kilitlenirdi.O,Neşet’in tabiri ile üç saat mi çalardı,beş saat mi çalardı.
Kay.tv,Başak tv,Erciyes tv,ve Elif tv.defalarca başka proğramlarını sırf İsmail Aslan yüzünden ertelemek zorunda kalıp şöyle bir altyazı geçerler:
Proğramımız uzadığı için şu filmi yayınlayamıyoruz,özür dileriz.
Bana şöyle bir olayı Kaleli Ali anlattı:
İsmail Başak Tv.’de istekleri okuyor.Derken Ali aramış.
-Yahu Ali Mustafa Hoca’dan ne haber?O’nu arayıp duruyorum Bir telefonu filan…
-Hoca Almanya’da.Telefonunu istersen vereyim ama hoca yok.
Böylece İsmail benden umudu iyice kesmiş.Daha sonra Niğde’ye göçmüş.Anasını ve karısını kaybetmiş Kızlar,oğlanlar evlenmiş.Kendisi de bir kadınla evlenmiş.
Aradan tam 20 yıl geçmişti.Yıl 2001 Geze geze eve geliyordum.İmam-hatibin önündeki kaldırımdayım. Karşımda,bana doğru ufak boylu biri geliyor.Yaklaşınca tanıdım.İsmail zaten zayıftı.İyice erimiş,gözler çukurda,yüzü kırışıklar içinde.Böyle dediğime bakmayın traş olmuş,takım elbise sırtında.Tam geliş yoluna dikildim.Kafası yerde ,beni fark edince çarpmamak için yan tarafa meyletti.
-Tanıyamadınız galiba ?
Biraz baktı,baktı.
-Yahu sen….Sen…Yoksa?...Hocam…Hocam sensin değil mi ?
Boynuma sarıldı.Sıkıyor,sıkıyordu.Sanki kardeşi askerden gelmiş…Epey bırakmadı.Katıla katıla ağlamaya başladı.
-Ya hocam.ya hocam diyor sonunu getiremiyordu.Duvara çöktü.Bir yandan gözyaşlarını siliyor biryandan da:
-E ne var ne yok?
-Kulaklarımı kaybettim diyince yerinden zıpladı.
-Ne.Ne diyorsun sen ?
-Senin o zil gibi ses var ya?Artık senin olsun.Benim işime yaramaz dedim.
Çok üzüldü,ne diyeceğini şaşırdı.
-Allah, Allah, Allah, Allah.
İsmail içli adamdı.Öyle ya sanatçı olmak kolay değildi tabii.
Kaç yıldır görmüyorum.Niğde’de olmalı.
Kim ne derse desin.Çingene mingene ama kesin olan bir şey vardı ki İsmail nesli tükenen beyefendilerden biriydi.

HAMDİ

Kayseri’ye gitmek üzere Yeşilhisar’da otobüs bekliyordum.Ta uzaklardan bir kişi geliyordu.Ayaklarının dibinde de torba gibi yuvarlana yuvarlana bir şey geliyor ama Allah bilir ben onu adamın köpeği sandım.Biraz yaklaşınca onun sakat bir adam olduğunu fark ettim.
Koltuğuna sıkıştırdığı darbukasına sımsıkı sarılmış, nerdeyse sağlam adamdan daha hızlı yürüyordu. Yani sürükleniyordu desek daha doğru olur.
Küçükken çocuk felci geçirmiş ve sakat kalmıştı. Sadece sakat olsa ne ala gözleri de görmüyor. Bir adamı alıp cenderede sıkıştırın al sana Hamdi.
Koskoca bir kafa, dışarı pörtlemiş ve her biri başka tarafa bakan iki göz,sakat bir kol ve yamulmuş ayakları ile tam bir ucube…O hali ile –Allah’a hoş varsın-aynı maymun.
Darbukaya Yeşilhisar’da deplek diyorlar. Sakat olan sağ koluna sıkıştırdığı depleğine sağlam olan sol eliyle vurarak düğünlerde türkü söylüyormuş.Bayağı da iş yapıyormuş.Yeşilhisar’ın ünlü içmecelerinde barınırmış.Ben çalıp söylediğini henüz duymamıştım.
Nihayet Bay Hamdi ile müşerref olduk.
Kale Köyü’nde düğün vardı.Düğün sahibi çok fakirdi.Ben de saz çaldığım için benden rica ettiler.Ben de kıramadım.Hamdi de gelecekmiş.
Büyükçe bir odayı boşalttılar. Ben başladım çalıp çığırmaya.Odada iğne atsan yere düşmez.Gerçi oda büyük ama köylü hep orda.Bir ara bir şamata koptu.
-Hamdi geliyor Hamdi geliyor ! Biraz sonra içeriye bir star edası ile Hamdi girdi.Birisi onu kucaklayıp bir sandalyeye oturttu.Ben bir uzunhava söylemekteydim.Türküye ara verip:
_Hoşgeldiniz dedim.
-Hoşbulduk, Kesme Allah’ını seversen devam et.Ben kaldığım yerden söylemeye başladım.O da mırıl mırıl bana katılıyor,sağa sola sallanıyordu.Türkü bitti:
-Kim bu arkadaş ? Buralarda sesini yeni duyuyorum.
-Bizim köyün öğretmeni dediler.
-Vay eline diline sağlık hocam dedi.Tam bir sanatçı edası ile:
-Size eşlik edebilir miyim ?
-Hay hay buyurun.
-Hocam sizde güvercin var mı? Ben anlayamadım.
-Valla yok Hamdi ,birkaç tavuk var.
-Yok yok öyle değil,’’Güvercinim süt beyaz türküsü’’ demek istedim
- Allah hayrını versin Hamdi, tabii ki var.
O türkü o zamanlar yeni çıkmıştı. Darbukayı sakat koluna sıkıştırıp sağlam eliyle vurmaya başladı.Tek elle çalmasına rağmen müthiş bir ritmle bana eşlik etmeye başladı.Türküye öyle bir giriş yaptı ki odada bir alkış patladı.Zaten alkışa bayılırmış ki coştu.Ondan sonra bana bile danışmadan türkünün birini bırakıp ötekine geçmeye başladı.Hem çalıp söylüyor,hem de sağa sola yalpa yapıyordu.Terin suyun içinde kalmıştı.Alkışlar arasında birinci fasılı tamamladı.Verdiği bu müzik ziyafetinin tadı damağımızda kalmıştı.
-Yahu bana bir su verin.
Gelen suyu matraklık olsun diye kendi kafasına boca etti.
-Körlük ne kötü be,ağzımı bile bulamıyorum.
Odadakiler kahkahadan kırılıyordu.O’na bir su daha geldi.Sigarayı ağzından hiç düşürmüyordu.Birinin ateşi ile diğerini yakıyordu.Eğer çalıp söylüyorsa bu sefer sigarası parmaklarının arasındaydı.İçsin içmesin biter bitmez yeniliyordu.
Sonra beni soru yağmuruna tuttu.Sesimi ve sazımı çok beğendiğini söyledi.Hiç değilse şu Hamdi olsun bizi bir adam yerine koymuştu.
İkinci fasıl esas fasıldı ki görülmeye değerdi.Hamdi gene coşmuş,türküden türküye geçiyordu.Arada bir taklit yapıyor,köylüyü gülmekten kırıp geçiriyordu.
Lingo lingo şişeler’i söylerken sanki vecde gelmiş gibi ayağa kalktı.Boyu ancak beş yaşındaki çocuk kadardı.Alkışlar çığlıklara karışıyor,odadakiler hop oturup hop kalkıyordu.Bana döndü:
-Hocam ben şimdi radyoyum,tut kulağımı.
Kulağını tuttum.
-Çevir ve radyoyu aç.
Odada çıt yok.Kulağını hafifçe büktüm.
Hışırtılı bir sesle yayına başladı.Önce saz akordu takliti yaptı ki mübalağa değil tıpkı gibi.
-Sevgili dinleyenler,şimdi ondokuz otuz ana haber bültenini sunuyorum.Önce özetler.Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Glafkos Klerides Davos sürecini yaşatacaklarını söyledi.Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı hava yurdu etkisi altına aldı.Yoğun kar yağışı ve tipi yüzünden birçok köyle bağlantı kesildi.Araplı Yokuşunda ise geçit tek şeritten veriliyor,işaret ve işaretçilere uyulması isteniyor.
Gene kulağını büktüm. Bu sefer de spor stüdyosu jenerik müziğini verdi.
-Van ge ge ge a na na n ana…
Gene kanal değiştirmemi istedi.
Bu sefer kadife sesli İngiliz Stewenson o duygulu şarkısını söylüyordu.Sözlerinden tabi ki kimse bir şey anlamıyordu gerçi ama Hamdi mest olmuş bir şekilde şarkıyı mırıldanıyor,dinleyenleri de mest ediyordu.
Şarkıyı bitirince O’nu uzunca alkışladılar.O da ayağa kalkarak dinleyenleri selamladı.
Evin hanımı bizi yemeğe çağırdı.Yemekte de olmadık muziplikler yaptı,durdu.Israrla
-Rakı yok mu ? diye soruyordu.
-Bu köyde rakı içilmez.Hem sen içmeden sarhoş olmuşsun ne yapacaksın rakıyı ? Dedim.
-İki tek atsak hiç fena olmazdı.
Sonra hayatından uzun uzun bahsetti.
-Bu yıl anamı kaybettim.İyi kötü bana bakıyordu.Şimdi iyice perişan oldum.İçmeceliler bana oradan bir göz yer verdiler.Oraya gelenlere çalıp söylüyor,yolumu buluyordum.Tabi hafta sonları düğünlere de gidiyorum.
Ova köylerinde bunun gözü görmüyor diye kadınlar kısmında söyletiyorlarmış.Bayağı da seveni varmış.Köylü kadınlar Hamdi’siz düğünlerin tadını alamıyorlarmış.Çok ta iyi kazanıyormuş.
-Masrafın ne ? diye sordum.
-Sorma hocam.Biri elimden tutup üç metre götürse binlik istiyor.Çamaşırımı yıkayan kadınlara veriyorum.Bir de bizim sülale hep aç.Elimde avucumda ne varsa kapışırlar.Hafta sonunda sigara alacak param kalmaz.Tutumlu değilim yani.Zaten avrat yok,akıl yok.Parayı bir elim görse öteki görmüyor.
-Sormak ayıp olmasın ne kazanıyorsun ?
-Valla haftada on beşi geçiyor
-Ne?
Benim aylık 20.000, yani Hamdi yaklaşık dört katını kazanıyordu.
-Ah Hamdi sen benim yanımda olsan sana böyle harcatmam.Bir yılda milyoner olursun.
-Keşke hocam.nerde…Ama istersen yaz tatilinde seninle Adana’ya gidelim.Sen istersen çalıp söyleme.Yeter ki benim gözüm ol.
-Sağol sağol ben gidemem.
Hamdi epey ısrar etti.Yeminler ediyor,bir yaz boyu için bana yarım milyon teklif ediyordu.kabul etmedim tabi.
Yemekten sonraki bölüm de öncekileri aratmadı.
Türküyü söylerken böylesine kendinden geçen ve böylesine duygulanıp coşan Hamdi gözümde bir dev kesilmişti.Neden sonra köylüler birer ikişer dağılmaya başlamışlardı.Gece yarıyı çoktan geçmiş ama biz çalmaya devam ediyorduk.Hamdi ısrarla uzunhava istiyordu.Ben çalıp söylerken bana eşlik ediyor,yalpalar vuruyordu.Arada bir de:
-Hocam ‘’Orayı şöyle çal ‘’ diyerek ağzıyla saz çalıp beni yönlendiriyordu.
‘’Gayri dayanamam ben bu hasrete’’ yi çalıp söylerken katıla katıla ağlamaya başladı.Ben söyledim o ağladı,ben söyledim o ağladı.
Sonra gözyaşları içinde:
-Şimdi size kendi hayatımı anlatan türkümü söyleyeceğim dedi ve başladı.Sözleri müthişti.Nakaratı ise daha müthişti.
‘’Sabır ile teskin ettim özümü,
Genç yaşımda kayıp ettim gözümü ‘’
Türkünün esas sözlerine gelince: Bende akıl mı var ki ? Bir kağıda yazıp ta cebime koymadım.
Gece saat üç mü dört mü…Hamdi’nin uykusu ancak geldi.Ayrılırken :
-Hocam teklifimi iyice bir düşün.
Ondan sonra uzunca bir zaman Hamdi’yi göremedim.
Bir gün Yeşilhisarda’yım. Baktım bir duvarın dibine çökmüş fosur fosur sigara içiyor.Yaklaştım.Bu sefer boynunda gravatta vardı.Ceket,pantolon,gömlek,hatta gravat pislikten sahtiyene dönmüştü.Bir yığın şerefsiz,hem bu biçarenin parasını kapışıyor,hem de bunu böyle leş gibi bırakıyorlardı.
-Merhaba Hamdi der demez:
-Vay hocam sensin değil mi?
Elini uzattı. Boynuna sarılıp yüzlerini öptüm.
-E e e Ne var ne yok ?
-aynı hamam, aynı tas dedi ben de:
-Aynı Hamdi,aynı deplek aynı ses dedim.Ağzını ayıra ayıra kahkaha attı.
-Hocam zamanın varsa beni şu kahveye götür de sana bir şeyler ısmarlayayım.
Hamdi ağa adamdı.
Görüntüsü çirkin,kendisi de bir şeye benzemese de gani gönüllü,bir çocuk kadar saf,inanılmaz cömertti,
-Gel bakalım.
Yüzü yanık Adem’in kahvesinde karşılıklı oturduk.Gelen giden takılıyor,kimi sırtına vuruyor,kimi burnunu sıkıyor,bizi konuşturmuyorlardı.O da şaka yapanlara basıyordu küfürü:
-Lan…….min hergelesi.
-Vay senin…..diye başlıyor,sülaleden çıkıyordu.Sonra benden utanıp:
-Hocam kusura bakmadın değil mi?
Bir bardak çayı içine zehir edene kadar uğraştılar
-Ne düşündüm biliyor musun hocam ?
-Söyle.
-Seninle bir düğün daha çalsam Allah’tan başka bir şey istemem.
Böylesine mazlum,biçare,içi müzik dolu,ruhu henüz çocuk,kimsesiz bir adam daha var mıdır bilmem.Bildiğim bir şey varsa:Bir çok boylu poslu,yakışıklı ama ruhu sıfır eşeklerin Hamdi’nin yarısı etmediğidir.Bu zavallı adamı hiç unutamadım.
Öldüyse Allah rahmet etsin yazmıştım.Meğer Hamdi ölmüş.Çok üzüldüm.
NOT :Büyük saz ve söz ustası,mahalli sanatçı olan İsmail Aslan (Sayısız plak ve kaseti var.Neşet Ertaş’ın kopyası gibi çalıp söyler) düğünlerde bazen:’’Verin şu darbukayı da ben bir Hamdi kesileyim der.O’na Hamdi’yi nasıl buluyorsun derseniz:’’O’nda Allah vergisi bir yetenek var.Benim iki elle yapamadığımı o tek elle yapar.Sesi ise benim için deryadır.O’nu dinlerken gözyaşlarımı tutamam’’der.
İsmail Aslanla ilgili bir yazı yazdım onu da beğenilerinize sunuyorum.